26 Ağustos 2014 Salı

O sabah bir başlangıç yapmıştım. Kendimi banyoya kilitledikten sonra küveti ılık suyla doldurup, bir jilet çıkarmıştım ortaya. Romalı bir düşünüre nasıl ölmek istediğini sorduklarında damarlarını ılık bir banyo içinde kesip açacağını söylemişti. Bunu kolay olacağını sanıyordum. Küvete uzanıp bileklerimde çiçeklenen kızıllığın berrak suyun içinde dalga dalga kabarışını izleyerek gelincik rengi köpüklerin altına kayıp uykuya dalacaktım. Ama iş bunu yapmaya gelince, bileğimin derisi öylesine beyaz ve savunmasız göründü ki gözüme bir türlü yapamadım. Sanki asıl öldürmek istediğim şey o derinin altında ya da baş parmağımın altında atan o ince mavi damarda değil, başka bir yerde, daha derinde, daha gizli ve ulaşması çok daha güç bir yerdeydi. İki hareket yeterliydi. Bir bilek, sonra öbür bilek. Jileti bir elden öteki ele geçirmeyi de sayarsak üç hareket. Sonra küvete girip uzanacaktım. Ecza dolabının önüne geçtim. Bu işi yaparken aynaya bakarsam bir başkasını, bir kitaptaki ya da oyundaki birini izler gibi olacaktım. Ama aynadaki insan felce uğramıştı ve hiçbir şey yapamayacak kadar budalaydı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder